Daha önceki bölümlerde din ahlakı yaşanmadığı zaman insanların nasıl bir ruh haline ve karakter özelliklerine sahip olduklarını ve bunun neticesinde ortaya çıkan insan modellerini detaylı olarak gördük. Bu bölümde ise din ahlakını yaşamaya başlayan bir toplumda asırlardır yerleşmiş bulunan sosyal yaraların nasıl bir bir ortadan kalktıklarını göreceğiz.
Her Türlü Ahlaki Dejenerasyon Biter
Din ahlakının yaşanmadığı toplumların en belirgin özelliği, topluma ahlaki dejenerasyonun hakim olması ve bunun her geçen gün sınır tanımaz bir şekilde artmasıdır. Bu toplumlarda Kuran hükümleri, Allah rızası veya Allah korkusu gibi değerler yaşanmadığından, bu dejenerasyonu engelleyecek hiçbir sınırlama yoktur. Her ne kadar toplumlarda gelenek göreneklerin, insanlar veya yöneticiler tarafından geliştirilen toplumsal kuralların çeşitli önleyici etkileri olsa da, bu kuralların insanlar tarafından üretilmiş olması ve pek çoğunun temelinde Allah korkusunun olmaması insanların vicdansız, merhametsiz ve insaniyetsiz davranmalarını engelleyememektedir.Mesela ahlaksızlık yapan bir insanın daha da ahlaksız olmaması için hiçbir sebep yoktur. Bir iş yeri sahibini düşünün. Eğer bu kişi Allah'a inanmıyor ve O'ndan korkup sakınmıyorsa zaten vicdansızlığa karar vermiş ve en küçük fırsatta bunu uygulamaya hazır hale gelmiş bir kişidir. Çünkü bir insanın kendisini yaratan varlığa itaat etmemesi, O'nun verdiği nimetleri fark edememesi ve O'nun emirlerine, yasaklarına isyan etmesi zaten vicdansızlıkların en büyüğüdür. Böyle bir insanın iş yerinde çalıştırdığı kişilere karşı kötü muamele yapması, sinirlenip hakaret etmesi, onları en az parayla en fazla sürede ve en fazla emekle çalıştırması kendi çarpık mantığına göre oldukça makul bir davranış olacaktır. Birlikte iş yaptığı kişileri ya da şirketleri eline imkan geçtiğinde dolandırmaması, kendi şirketini büyütüp güçlendirmek, daha fazla para kazanmak için kanunsuz işlere başvurmaması için kendisini vicdanen sorumlu tutacağı bir sebep ise olmayacaktır.
Başta da değindiğimiz gibi İlahi kanunlar ölçü alınmadığında ahlaki ölçüler herkese göre değişecektir. Birine göre çok büyük ahlaksızlık olan bir konu diğerine göre normal bir durum gibi gözükebilir. Bu nedenle din ahlakının yaşanmadığı toplumlarda ahlaki değerler kişiden kişiye, yaştan yaşa, bölgeden bölgeye, şehirden, ülkeden ve toplumdan topluma da değişmektedir. Tek bir değer yargısı olmadığı için de toplumda sık sık ahlaki ölçülerde tartışmalar, çatışmalar yaşanır. Her yeni nesil bir öncekine göre ahlaki değerler açısından daha dejeneredir.
Ancak burada önemli olan nokta ahlaki dejenerasyonda sürekli hızı artan bir ilerleme olmasıdır. Toplumlar eksik olan Allah inançları nedeniyle her yıl daha da yıpranmakta, bir yıl önce topluma çok uç gelen bir hareket ya da kavram, bir yıl sonra toplumun tüm fertleri tarafından makul karşılanmaya başlanmaktadır. Fakat bu elbette o toplumdan çok şey götürmekte, dinsizliğin getirdiği kötü ahlak her geçen gün daha da şiddetlenmektedir. İlginç olan ise ahlaksızlık adeta modernizme eş gösterilerek, topluma bu yönde yanıltıcı telkin verilmesidir. "Modern toplumun, 21.yy insanı özgür, rahat ve sınırsız olmalıdır." şeklinde bir anlayış, dinsiz ideologlar tarafından toplumlara yerleştirilmektedir.
Ahlaksızlığın yaşı her gün daha da küçülürken, yapılan ahlaksızlık çeşitleri de çoğalmaktadır. ABD ve Avrupa'da çocuk katillerinin sayısında önemli bir artış söz konusudur. Uzak Doğu ülkelerinde de çocuklar küçük yaşlardan itibaren kendilerini fuhuş pazarının ortasında bulmakta, her tür sapık ilişkiye alet olmaktadırlar. 80'li yıllarda cinsel sapıklıklar kimsenin ağzına dahi alamadığı utanılacak kavramlarken, günümüzde bu tür ilişkiler normal karşılanabilmekte, bu ahlaksızlıkları yapanlara sempatiyle bakılabilmekte, bunlara karşı çıkanlar ise bu kimselerin kendi çarpık mantık örgülerine göre modern olmamakla (gerici olmakla) suçlanmaktadır. Dinsiz toplumlardaki insanların bu çabaları ayette şu şekilde tarif edilir:
Çirkin utanmazlıkların (fuhşun) iman edenler içinde yaygınlaşmasından hoşlananlara, dünyada ve ahirette acıklı bir azab vardır. Allah bilir, siz ise bilmiyorsunuz. (Nur Suresi, 19)
Şüphesiz Allah, adaleti, ihsanı, yakınlara vermeyi emreder; çirkin utanmazlıklardan (fahşadan), kötülüklerden ve zorbalıklardan sakındırır. Size öğüt vermektedir, umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz. (Nahl Suresi, 90)
Yukarıdaki ve benzeri ayetlerdeki hükümleri bilen müminlerin bunların dışına çıkması mümkün değildir. Bu nedenle inanmış insanlardan oluşan bir toplumda ahlaksızlıkların olması ve yaşanması imkansızdır.
Bunun dışında istisna olarak kişilerden kaynaklanan bir hata olursa buna da diğer müminler göz yummayacakları için yine ahlaksızlık yaşanmayacaktır. Hele cahiliye toplumunda olduğu gibi ahlaksızlıkların teşvik görmesi, yaygınlaşması söz konusu dahi olamaz. Çünkü müminlerin en önemli özelliklerinden biri de ayetlerde sıkça belirtildiği gibi birbirlerine iyiliği emredip, kötülükten men etmeleridir:
Mümin erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlüne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 71)
Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf (iyi ve İslam'a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah'a iman edersiniz... (Al-i İmran Suresi, 110)
Din Ahlakının Yaşanması İle Aile Yapısındaki Bozukluklar Ortadan Kalkar
Toplumların sağlam bir sosyal yapıya sahip olabilmesi sağlam bir aile yapısıyla mümkündür. Aile dejenere edildiği zaman toplumun dejenerasyonu da kaçınılmazdır. O nedenledir ki dinsizliği ilke edinmiş ideolojiler -komünizm, faşizm, sosyalizm vb.- öncelikle aileyi hedef alırlar. Nikah, annenin değerliliği, mahremiyet, sadakat, namus, iffet gibi değerleri ortadan kaldırmayı amaçlarlar. Dinsiz toplumlara yön veren felsefeciler ve önderler bu yüzden bu değerleri önemsiz ve kıymetsiz gösterecek telkinlerde bulunurlar. Örneğin eskiden nikahsız beraberlikler toplum tarafından reddedilirken, günümüzde gayet doğal karşılanır olmuştur. Yine nikahsız beraberliklerin yaşı öylesine küçülmüştür ki, ortaokul çağındaki çocukların arasında bile bu durumun çok yaygınlaştığı bilinmektedir.
Toplumun genelinde evliliğe olan bakış açısı yanlıştır. Genç kızlar evliliği hayatlarını garanti edecek bir sigorta olarak görürler. Hal böyle olunca tek ölçü maddiyat olur. Bazen buna mevki, dış görünüm, çevre gibi özellikler de eklenir. Ancak en geçerli ölçü paradır. Dolayısıyla cahiliye toplumundaki evliliklerin büyük bölümünde erkeklerde aranan özellik mal ve paradır. Para, mevki, dış görünüm gibi her an, her insanın rahatlıkla yitirebileceği şeyler üzerine bina edilen bir evliliğin ne derece sağlıklı olabileceğini anlamak için boşanma istatistiklerine bakmak yeterlidir. Çünkü bilindiği gibi boşanmalarda yıldan yıla bir artış gözlenmektedir.
Katımızdan ona bir sevgi duyarlılığı ve temizlik (de verdik).
O, çok takva sahibi biriydi.
Ana ve babasına itaatkardı ve isyan eden bir zorba değildi.
Ona selam olsun; doğduğu gün, öleceği gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağı gün de. (Meryem Suresi, 13-15)
O, çok takva sahibi biriydi.
Ana ve babasına itaatkardı ve isyan eden bir zorba değildi.
Ona selam olsun; doğduğu gün, öleceği gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağı gün de. (Meryem Suresi, 13-15)
Evliliği çökerten sebeplerden bir diğeri de erkeklerin eşlerinde aradıkları özelliklerdir. Bilindiği gibi genel olarak erkeklerin evlenirken aradıkları özelliklerin başında güzellik gelir. Buna bir de kadının iyi bir eğitim alması ve becerikli olması eklenebilir. Tabii ki iki tarafın da aradığı bu özelliklere sahip olmak kötü bir şey değildir, ancak evlilik gibi sağlam olması gereken bir kurum sadece bunlar üzerine bina edilirse, bu özelliklerin yitirilmesi durumunda bu evliliğin yıkılışını seyretmekten başka bir alternatif de kalmaz.
Oysa evlilikte sadakat, vefa, sevgi, saygı gibi kavramlar çok önemlidir. Ancak, kişileri bağlayıcı din ahlakının sağlam değerleri olmadan bu özellikler sağlanamaz. Dolayısıyla dini değerler olmadan böyle bir evliliğin yıkılması çok kolay olur.
Bu tür bozuk mantıklar üzerine kurulan evliliklerde sağlam bir alt yapı olmaması sebebiyle sevgi ve saygı kısa sürede yitirilir ve eşler birbirlerini tanıyamaz hale gelirler. Bu durum gün geçtikçe artan kavgaları, anlaşmazlıkları, ithamları beraberinde getirir. Bir müddet sonra bu durum kabullenilir ve toplumdaki evliliklerin klasik kısır döngüsüne girilir. Doğan çocuklar da bu ortamda yetişirken psikolojisi bozuk, ruh hali dengesiz nesiller oluşmaya başlar. Kuşkusuz dinsiz toplumlarda insanlar, ailelerinden gördükleri doğrultuda sevgi ve saygıdan uzak bir karakter geliştirirler.
Din ahlakını bir yol gösterici olarak kabul etmeyen toplumlarda, aile yapısında bozukluklar çok yaygın olarak görülür. Özellikle paranın aile fertleri arasındaki ilişkilerde çok önemli bir rolü vardır. Bol para veren bir erkek, eşi tarafından her zaman çok sevilir ve ilgi görür, aynı şekilde paralı bir baba çocuklar için önemli bir unsurdur. Ancak bu sevgi ve ilginin ne derece candan olduğunu tahmin etmek güç değildir. Aile reisinin işlerinin bozulması ve verdiği paranın azalması durumunda ise genellikle bu sevgi ve ilgi yerini birden kızgınlığa bırakır. Para yüzünden sık sık sürtüşmeler, kavgalar baş gösterir. Herhangi bir iflas ya da işlerin bozulması durumunda ise kişinin eşi tarafından terk edilmeme garantisi yoktur. Çoğunlukla da bu tür durumlarda evliliklerin hemen bittiği görülür. İşte bu durum Kuran ahlakını yaşamamanın sonuçlarından biridir.
Cahiliye toplumunun evliliğe olan bu bakış açısına karşın müminlerinki çok farklıdır. Onlar evliliğin sonsuza kadar sürmesi niyetiyle evlenirler, çünkü öldükten sonra kendilerini sonsuz bir yaşamın beklediğini bilirler. Eşlerini seçerken en önemli ölçüleri Allah'a yakın (takva) olması, diğer bir deyişle Allah'ın istediği Kuran ahlakını yaşamasıdır. Çünkü diğer bütün özelliklerin geçici olduğunun farkındadırlar. Evlilik yaşamı sırasında iki taraf da tek ölçü olarak Kuran'ı aldığı için çok uyumlu bir birliktelik olur, ilişkilerinde sevgi ve saygı hakimdir. Bir tarafın hata yapması durumunda hemen diğer kişi Kuran ahlakına davet eder ve problem çözülür. Çünkü bu davet karşısında mümin olan bir kişinin kayıtsız kalması imkansızdır. Bu nedenle Allah'tan korkan ve iman sahibi insanların yaptıkları evlilikler çok sağlam olur.
Aile denilince yalnızca eşler arasındaki ilişkiyi düşünmek de hata olur. Çocukların anne babalarına ve diğer aile büyüklerine karşı tavırları da din ahlakının yaşandığı bir ortamda çok saygılı ve hürmetkar olur. Sevgide saygıda kusur olmaz. Günümüz ailelerinde olduğu gibi evlerde bağırma, çağırma, saygısız üslup ve konuşmalar olmaz. Ortama sürekli bir huzur ve sevinç hakim olur. Aile ortamları insanların koşa koşa gitmek istedikleri yerler haline gelir. Çocuklar anne babalarını velinimetleri olarak görür ve severler. Aileler çocuklarını Allah'ın bir emaneti olarak görür ve korurlar. Aile denilince akla sıcaklık, sevgi, güven, dayanışma gelir. Ama tekrar belirtmekte yarar vardır ki bu mükemmel ortama ancak ve ancak din ahlakının tam, eksiksiz ve samimi olarak yaşanmasıyla, Allah korkusu ve sevgisine sahip olmakla ulaşılabilir.
Toplumun Fertleri Arasında Sevgi ve Saygı Bağı Oluşur
Dinsizliğin insanlar üzerindeki manevi etkilerini anlatırken bu insanların sevgiyi ve saygıyı tanımamaları üzerinde durmuştuk. Bu tür insanlardan oluşan bir toplum da elbette, büyüğüyle, küçüğüyle, yaşlısıyla, genciyle, köylüsüyle, kentlisiyle birbirini kucaklayamayan bir toplumdur. Böyle bir ortamda kişi kendisini hep yalnız ve sevgisiz hisseder. Şefkat, merhamet olmadığı gibi herkes yalnızca kendisini düşünür. İnsanların birbirlerine duyduklarını zannettikleri sevgi veya saygı, hiçbir zaman Kuran'da kastedildiği manada gerçek saygı veya sevgi değildir. Bunun en büyük nedeni ise hayattaki tüm değerlerin çıkar ilişkileri üzerine kurulmuş olmasıdır.
Hiç kimse kimseye gerçekten içinden geldiği için saygı duymaz. Patronuna karşı saygılı olmazsa işten atılacağını bilen bir kişinin, öğretmenine saygı göstermese sınıfta kalabileceğini düşünen öğrencinin, eşini kızdırırsa harçlık alamayacağını anlayan bir kadının saygı anlayışlarının yalnızca çıkar beklentisine dayalı olduğu açıktır.
Oysa temelinde din ahlakı ve onun getirdiği güzel ahlak olan bir yaşam biçiminde hiçbir zaman bu tür bir durum oluşmaz. Allah'ı razı etmek için gayret eden, Allah'tan korkan bir mümine herkes doğal olarak sevgi ve saygı duyar. Bu kişinin saygı görmek için mal, mülk, dış görünüm gibi faktörlere gereksinimi yoktur. Sevgi ve saygı görmesi için yalnızca mümin olması, yani Allah'tan korkup sakınması ve O'nu razı etmek için yaşaması yeterlidir.
Dinsiz toplumlarda insanların nasıl bir ruh haline ve ahlak yapısına sahip olduklarını daha önceki bölümlerde anlatmıştık. Şimdi gözünüzde bu insanlardan oluşmuş bir toplum düşünün, sizce bu toplum sevginin ve saygının hakim olduğu bir toplum mudur? Elbette ki değildir. Kendisini yoktan var eden ve ona sayısız nimetler veren Rabbimizi takdir edemeyen, O'nu gereği gibi sevemeyen bir varlık O'nun kullarını tabii ki sevemez. Bunun tek çözümü ise din ahlakının yaşandığı ve Allah sevgisinin hakim olduğu bir toplumdur.
Kumar Dehşeti Sona Erer
Din ahlakı yaşanmadığında oluşan karanlık tabloda en dikkat çeken yönlerden biri de insanların, içki ve kumar üzerine kurulu yaşam tarzlarıdır. Din ahlakını yaşamadıkları için tevekkülün, sabrın, umut etmenin ne olduğunu bilmeyen bu insanların herhangi bir zorlukla karşılaştıklarında yaptıkları ilk iş içkiye ve kumara başvurmaktır.
Herhangi bir işleri ters gittiğinde, canları sıkıldığında, kızdıklarında, üzüldüklerinde hatta neşelendiklerinde dahi hemen içkiye sarılıp kendilerince "efkar dağıtırlar". Oysa yaptıkları, başta kendileri olmak üzere tüm çevrelerine zarar vermekten başka bir şey değildir. İçtikleri içkinin dozu arttıkça şuurları daha da kapanır ve artık belli bir seviyeden sonra yaptıkları herşey aşırı alkollü olmaları nedeniyle sözde bir makuliyet kazanır. Böyle bir durumda kişinin çevresine hakaretler yağdırması, toplum içinde hiç yapılmayacak uygunsuz bir hareketi gülerek yapması veya günlük hayatta iş güç sahibi bir kimseyken içki masasında hüngür hüngür ağlaması, cahiliye tabiriyle "dağıtması" toplum tarafından da doğal karşılanan acizliklerdir.
İnsanların içkiyle şuurlarını kapatmaları, bunun sonucunda çevrelerine verdikleri her türlü zarar, hayat boyu kazandıkları herşeylerini kumara yatırıp kaybetmeleri, kavgalar, cinayetler, intiharlar dinsizliğin ne kadar büyük bir zulüm getirdiğinin en açık delilleridir. Bu gerçek, ayetin ifadesinden de anlaşılmaktadır:
Ey iman edenler içki, kumar dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bunlardan kaçının, umulur ki kurtuluşa erersiniz. Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz, değil mi? (Maide Suresi, 90-91)
Kuran ahlakı kumarı yasakladığı için müminler buna hiçbir zaman yanaşmazlar. Bunu Allah korkularından dolayı yapmazlar. Her ne olursa olsun, ne kadar zor durumda da kalsalar, ne kadar cazip tekliflerle de karşılaşsalar, ne kadar baskı da görseler, ne kadar teşvik de edilseler bu konuda taviz vermeleri söz konusu olmaz. Din ahlakında bunlara karşı getirebilecek mazeretler, makul gerekçeler yoktur. Kimse bahane öne sürme şeklinde bir ahlaksızlıkta bulunmaz. Çünkü bir şey haramsa bunun tavizi ve , uygulanmaması olamaz.
Din ahlakı yaşanmadığında ise insanların değer yargılarına ve ölçülerine güven olmaz. Çünkü yere, zamana, kişiye, ortama göre değerler de, kişiler de değişirler. Bunlara bağlı olarak çok farklı yorumları olur. Örneğin kumar ve benzeri kötülükler bazı ortamlarda kötü olarak kabul edilirken, bunu kötü kabul eden insanlar tarafından bazı ortamlarda oynanması ya da yapılması normal karşılanır. Otellerde, eğlence yerlerinde oynanması mahsurlu görülmez. Prensip olarak oynamayan biri dahi bu tarz bir yere gidince prensibini bozar ve oynar.
Bir şey kötü ise veya ahlaksızlık olarak kabul ediliyorsa buna hiçbir yerde ve hiçbir şekilde yanaşılmaması gerekir. Yere, zamana ve insanlara göre farklılaşmak oturmamış bir şahsiyetin göstergesidir. Din ahlakının habersiz bir kimsenin de kuvvetli bir şahsiyet ve irade geliştirmesi mümkün değildir.
Uyuşturucu Sorunu Kalmaz
"Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan 1997 Uyuşturucu Raporunda dünyada 200 milyon kişinin uyuşturucu kullandığı belirtildi..." (27 Haziran 1997, Yeni Yüzyıl Gazetesi)Hemen her gün, dinlenilen haberlerde veya okunan gazetelerde uyuşturucu ile ilgili bir haber olması günümüzde artık olağan karşılanan olaylardan biridir. Oysa biraz düşünüldüğünde yeryüzündeki canlılar arasında en şuurlu varlık olan insanın birkaç miligramlık bir maddeye onsuz yaşayamayacak, o olmadığında bilincini yitirerek, kriz geçirecek derecede bağımlı olması çok anormal bir durumdur.
Üstelik bu insanların sayısının azımsanmayacak derecede olduğu da göz önüne alındığında durum iyice şaşırtıcı hale gelir.
"Bir kere denemekten hiçbir şey olmaz" mantığıyla başlayıp kısa zamanda uyuşturucu müptelası haline gelen insanların tamamı bilinç altında bir isyan ruhu taşımaktadırlar. Çünkü genelde uyuşturucuya başlamanın kendilerince makul sebepleri vardır. Şahsi iradesizliklerini ve zayıflıklarını görmezlikten gelip tüm suçu çevreye verirler. Aile ortamında yaşanan huzursuzluklar, okuldaki veya işteki başarısızlıklar, çevreyle uyumsuzluklar, maddi olanaksızlıklar, olayların istedikleri gibi gelişmemesi veya herhangi bir sebepten dolayı canlarının sıkılması bu kişilerin isyana yönelmeleri için yeterli olmaktadır. Artık bundan sonra karşılarına çıkan herşeyi kötü, olumsuz olarak değerlendirmeye başlarlar. Gittikçe bunalımlı ve karanlık bir ruh haline girerler.
Hayatta kendilerini herşeye karşı çok güçsüz hissederler, gerçekten de Allah'ı dost olarak tanımadıkları için hiçbir dayanakları yoktur. Tek çözümün herşeyi unutmak, şuuru tamamen kapatıp kendinden geçmek olduğunu düşündükleri için her geçen gün uyuşturucunun dozunu biraz daha artırır, kendi elleriyle ölüme hızla yaklaşırlar. Bütün bunlarla birlikte ölümden sonra asıl hayatın başlayacağına inanmadıkları ve yok olacaklarını düşündükleri için kendilerince dolu dolu yaşayıp eğlenmek istedikleri dünya hayatının bu derece kabusa dönmesi ve her geçen gün hem bedenen hem de ruhen çökmeleri onları daha da çıkmaza sokar.
İşte içinde bulundukları bu korkunç ruh hali, bunalımları, kinleri, öfkeleri, isyanları, Allah'ın rızası yerine nefislerini tercih etmelerinin, yani vicdanlı davranmamalarının onlara dünyadaki karşılığıdır aslında.
Oysa Allah insanlara akıl, irade, vicdan vermiş ve Kendi rızasına uygun olarak hareket edildiğinde hem dünyada hem ahirette güzellikler vaat etmiştir. Ancak bunun tersini yaşamayı tercih edenlere de dünyada da ahirette sıkıntı isabet etmektedir. İşin gerçeği; Allah'a yakınlaşmak için yol arayan hem Allah'ı hoşnut ederek sonsuz cennet yurduna girmeyi umabilir hem de dünyada rahat ve huzurlu bir yaşam sürer.
Uyuşturucu sorununu yalnızca adli tedbirlerle çözmek dünyanın hiçbir yerinde mümkün olmamıştır. Bu belanın çözümü, insanların Allah korkusunu ve haramdan kaçınmayı bilmeleridir.
Fuhuş Ortadan Kalkar
Zinaya yaklaşmayın gerçekten o 'çirkin bir hayasızlık' ve kötü bir yoldur. (İsra Suresi, 32)
Zinanın ya da fuhuşun topluma ve zina yapan insanlara maddi-manevi pek çok zararları vardır. Müminler açısından, Allah'ın bu fiilleri yasaklamış olması, bunlardan uzak durmak ve nefret etmek için yeterlidir. Unutulmamalıdır ki Allah meşru olan evliliği teşvik etmektedir.
Ayrıca, fuhuşun topluma ve insanlara verdiği aleni zararları görmek de müminlerin imanlarını artıran bir unsurdur. Kuran ayetlerinde kesin bir biçimde yasaklanan ve kınanan fuhuşu, hiçbir sınır tanımadan uygulayanların içine düştükleri durum müminler için bir ibret vesilesidir.
Toplumların dejenere olmasında fuhuşun rolü tartışılmazdır. Çünkü fuhuş, toplumun en temel direği olan aile yapısını hedef alır. Sonuçta kendilerine ve çevrelerine saygılarını yitirmiş fertlerden oluşan bir toplum ortaya çıkar. Fuhuşun sadece para karşılığında yapıldığını düşünmek yanlıştır. Küçük ya da büyük, uzun vadeli ya da kısa vadeli herhangi bir çıkar karşılığında yapıldığında da yine aynı anlama gelmektedir. Genelde insanlar, "para karşılığı beraber olmadıklarını" söyleyerek kendilerini rahatlatmaya çalışırlar ama bu aslında bir aldatmacadır. Çünkü Allah'ın koyduğu sınırlar aşıldıktan sonra hepsi aynı anlama gelir. Allah Kuran'da gayrimeşru her türlü cinsel ilişkinin haram olduğunu bildirmiştir. Bu nedenle fuhuşu kısıtlı örnekler içinde düşünmek de hata olur.
Diğer yönden, fuhuş yapanların çoğu aslında bunun haram olduğunu bildikleri için bilinç altlarında büyük bir vicdan azabı ve huzursuzluk duyarlar. İnkar etseler de kendilerine güvenlerini içten içe kaybetmeleri bunun bir göstergesidir.
Fuhuşun topluma getirdiği zararlardan biri de fuhuş için oluşturulan mekanlardır. Artan dejenerasyonla doğru orantılı olarak fuhuş mekanları da artmakta, bu da toplumun ahlaki çöküşünü hızlandırmaktadır. Çocuk denilecek yaştaki insanlar buraları doldurmakta, aile bağları zedelenmekte, bu yüzden sadakatsizlik ve vefasızlık sürekli artmaktadır. Oysa Allah insanları temiz, helal, güvenli, sadakatli, sevgi ve saygının hakim olduğu bir modele çağırmakta ve bunu nimet olarak göstermektedir.
Bunun yanı sıra, dünya tarihi boyunca çok sayıda insan geçimini fuhuş yaparak sağlamayı tercih etmiş, böylece aşağılanmayı seçmiştir. Bugün de fuhuş tüm dünyada kolay para kazanma sektörü olarak gösterilmektedir. Böylece para kazanma ve lüks yaşam tutkusuyla çok sayıda kişi şerefsizliği tercih etmektedir. Allah Kuran'da insanları bu tehlikeye karşı şöyle uyarır:
Şeytan sizi fakirlikle korkutuyor ve size 'çirkin hayasızlığı'emrediyor. Allah ise size kendisinden bağışlama ve bol ihsan vaadediyor. Allah rahmetiyle geniş olandır, bilendir. (Bakara Suresi, 268)
Fakat tekrar hatırlatmakta fayda vardır ki, bir insan dünyada olabilecek her türlü hatayı yapabilir, Kuran'da haram kılınan günahları işlemiş olabilir, hayatının büyük bir kısmını fuhuş yaparak gaflet içinde geçirmiş de olabilir, ancak doğru yola çağırıldığında Allah'a kesin bir tevbe ile tevbe edip bağışlanma dilerse inşallah Allah'ı tevbeleri kabul eden olarak bulacaktır. Yalnız şu nokta da göz ardı edilmemelidir; Allah'tan kabul etmesi umulan tevbe, ölüm anı gelip de yapacak başka bir şey kalmadığı için samimiyetsizce edilen tevbe değildir. Çünkü Allah bunu Kuran'da apaçık bir şekilde bildirmiştir:
Allah'ın üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin (kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır. Tevbe, ne kötülükleri yapıp edip de onlardan birine ölüm çatınca "Ben şimdi gerçekten tevbe ettim" diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azap hazırlamışızdır. (Nisa Suresi, 17-18)
Kolay Kazanç Yollarını Kimse Tercih Etmez
Önceki bölümlerde din ahlakından uzak insanların ölümden sonraki hayata gerçek anlamda inanmadıklarını, bundan dolayı da -geçici olan- dünyaya çok fazla değer verip, nefsani tutkularının peşinden gittiklerini, bu konuda hiçbir sınır tanımadıklarını anlattık. Bu insanların nefislerinin kötü arzuları ve istekleri adına yapamayacakları şey yoktur. Haysiyetlerinden, şereflerinden, onurlarından rahatlıkla taviz verebilirler. Önemli olan her istediklerine kavuşabilmeleri, herşeyi elde edebilmeleridir. Kendi çarpık mantıklarına göre, sonunda zaten toprağa karışıp, yok olacaklarını düşündükleri için bu kısa dünyanın hakkını vermeleri gerekir. Dünyada da herşeyin anahtarı para olarak görüldüğü için tek sahip olunması gereken şey paradır. Kendilerince paraya kavuşurlarsa istedikleri herşeyi elde edeceklerdir. İşte bu noktada bütün ahlaki zaafları ortaya çıkar. Kolay para kazanabilmek için herşeyi yapabilirler.
Dinsiz toplumlarda son derece yaygın bir haksız kazanç yöntemi olan rüşvet de Allah'ın Kuran'da yasakladığı bir ahlaksızlıktır. Bir ayette şöyle buyrulur: "Birbirinizin mallarını haksızlıkla yemeyin ve bile bile günahla insanların mallarından bir bölümünü yemeniz için onları hakimlere aktarmayın". (Bakara Suresi, 188)
Buna karşın müminler Allah'ın, Rezzak sıfatıyla insanlara rızk vereceğini bilirler. Elbette Allah'ın rızası doğrultusunda onlar da çalışırlar, fakat hiçbir şekilde dünyayı hırs edinmezler ve gayrimeşru yollara yönelmezler. Dünyaya bağlanmamalarının karşılığını da bolluk ve bereket ile alırlar. Asıl hayatın ahiret yurdu olduğunu bildikleri için, salih mümin oldukları takdirde cennetle ödüllendirileceklerini ve sayısız nimete kavuşacaklarını da bilirler.
Din Ahlakı Yaşandığında Toplumsal Yaşantı Nasıl Olur?
Din ahlakının varlığı, Allah sevgisini beraberinde getireceği için bu, tüm insanlarda çok olumlu ve güzel bir etki yapar. Herkes Allah'ın rızasını kazanmak için güzel ahlak gösterir, birbirini Allah rızası için sever, sayar. Toplumun geneline şefkat, merhamet, hoşgörü hakim olur. İnsanlar Allah'ın emri doğrultusunda hayırlarda yarışırlar.
Diğer yandan Allah korkusu sayesinde herkes ahlaksızlıklardan ve kötülüklerden kaçınır. Asırlardır engellenemeyen, önü alınamayan her türlü olumsuzluk bir anda biter. Dinin sıcaklığı ve ruhu her yere hakim olur. Elbette burada kastedilen Kuran'da ve Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde bildirilen gerçek dindir ve bu din ahlakının samimi olarak yaşanmasıdır.
Bir toplumun varlığında ailenin rolü çok büyüktür. Din ahlakının tam anlamıyla yaşandığı bir ortamda daha önceki konularda belirtildiği gibi aile ilişkileri çok güzelleşir, hakiki sevgi, saygı yaşanır. Aile olmazsa devletin de milletin de anlamı kalmaz. Bunlar birbirleriyle çok bağlantılı kavramlardır. Aile yıkılınca millet kavramı da yok olur, devlet de zarar görür. Bu durum domino taşları gibi böyle devam eder. Nitekim din ahlakının yaşanmadığı toplumlarda insanların isyancı kişiliklere büründükleri, anarşist eylemlerde bulundukları, devlete karşı cephe aldıkları bilinen bir gerçektir. Özellikle de milli ve manevi değerlerin korunması gerektiği durumlarda, Allah korkusu olmayan insanların umursuz davranacakları kesindir. Milli ve manevi çıkarlarla kendi çıkarları arasında bir kıyas yapmaları gerektiğinde din ahlakından uzak insanların kolaylıkla nefislerini tercih edecekleri açıktır. Bu, gerektiğinde vatana ve millete hizmet etmekten, onun uğrunda mücadele etmekten kaçınmaya, hatta bölücü faaliyetlerde bulunmaya kadar geniş bir yelpazede düşünülebilir. Oysa din ahlakını yaşayan insanlar için devlet ve millet kavramları çok büyük değere sahiptir. Gerektiğinde devleti için kişi canını tehlikeye atar, devletinin, milletinin çıkarlarını şahsi menfaatlerinden üstün görür. Milli ve manevi değerlerini canla başla korur.
... Ey insanlar, sizin taşkınlığınız, ancak kendi aleyhinizedir. Bu dünya hayatının geçici metaıdır. Sonra dönüşünüz Bizedir, Biz de yaptıklarınızı size haber vereceğiz. (Yunus Suresi, 23)
Devlet böyle bir ortamda çok rahat yönetilir. Ülke çok daha güvenli ve müreffeh bir hale gelir. İdareciler de insanlara karşı çok adil, merhametli olurlar, her türlü adaletsizlik ortadan kalkar. Dolayısıyla kendileri de çok saygı görürler. Böyle devletler de çok güçlü ve sarsılmaz bir temele sahip olurlar.
Dünya üzerindeki açlık, sefalet, katliam ve zulümlerin temelinde, bütün bunları "normal" ve hatta "gerekli" gören bir zihniyet yatmaktadır. Bu zihniyet, bazı insanlar olağanüstü bir lüks ve sefahat içinde yaşarken diğerlerinin açlıktan ölmesini, zavallı kadın ve çocukların sırf farklı bir milletten oldukları için öldürülmesini, dünyada daimi bir çatışma ve savaş yaşanmasını gerekli görmekte, bunu "hayatın kuralı" saymaktadır. Oysa bu zulümler, hayatın kuralı değil, dinsizliğin kuralıdır. Allah'ın insanlara öğrettiği güzel ahlak yaşandığında ve dünyaya vahşet yerine merhamet, zulüm yerine adalet dolduğunda, tüm bu acı tablolar da ortadan kalkacaktır.
İnsanların rahat ve huzurlu olmasıyla birlikte topluma her alanda bereket gelir. Bilimsel faaliyetler artar, yeni buluşlar yapılır, teknoloji, kültür ve refah seviyesi çok yükselir. Çünkü insanların aklının üstündeki baskı gidince rahatlarlar, özgür ve rahat düşünme kabiliyetleri gelişir. Güzel ahlakın yaşanmasıyla birlikte insanların mallarına, paralarına, yaptıkları işlere, ticarete, tarıma, endüstriye bereket gelir. Kalkınma hemen her alanda görülür.
Sanatsal faaliyetlerde de büyük atılımlar yapılır. Günlük sıkıntı, sorun ve endişelerden hayal güçleri, düşünce sınırları kavruklaşmış insanlar, din ahlakının yaşanmasıyla birlikte bu sıkıntılardan kurtulurlar. Dolayısıyla sanat kabiliyetleri gelişir, hayal güçleri zenginleşir. Allah'ın Kendi ruhundan üfürdüğünün ve kendisine sonsuza kadar kalması için ihtişamla, sanatla, bin bir çeşit nimetlerle dolu cennetini vaat ettiğinin bilincinde olan bir insan pek tabii ki sanattan ve estetikten en üst düzeyde zevk alabilecek bir ruha sahip olacaktır. Ruhunda bunun zevkini derinlemesine yaşayacak ve daha fazla zevk almak için çaba gösterecektir. Ayrıca çevresindeki insanlara duyduğu sevgi ve saygı da bu kişilere güzellikler sunma azmini arttıracak, bu konuda büyük bir şevk verecektir. Bu nedenle din ahlakının gerçek anlamda yaşandığı ve Kuran'a tam manasıyla uyulduğu bir ortamda her türlü sanatsal akım hızla gelişir.
Ama din ahlakını yaşamayan insanların ruhlarını zenginleştirip, güzelleştirme gibi bir gayeleri de yoktur. Çevrelerine güzellik sunma konusunda ise kesinlikle şevklenmezler. Çünkü çevrelerindeki insanları kökeni maymunlara dayalı ve sonunda yok olup gidecek varlıklar olarak değerlendirirler. Onların tek amaçları nefsani isteklerini, hayvani güdülerini tatmin edebilmektir. Bunların peşinden gitmek de insanın ruhunu geliştirmez, tam tersine köreltir. Bu tür insanların sanata hiçbir katkıları olamayacağı gibi güzel sanattan zevk almaları, sanatı takdir etmeleri de mümkün değildir. Sanattan zevk almayan, estetik anlayışları bulunmayan insanlardan oluşan bir toplumda sanatçılar da şevk ve azimlerini yitirirler. Ancak para ve çıkar karşılığında yaptıkları için de gerçek anlamda bir sanat eseri ortaya koyamazlar.
Sonuçta din ahlakı hiçbir katıp karıştırma olmadan, samimi olarak Kuran'da tarif edildiği şekilde yaşandığında dünya bir nevi cennet ortamına dönüşür. İnsanların asırlardır özlemini duydukları, ulaşmak için gayret ettikleri fakat çok uzak gördükleri toplumsal saadet bir anda gerçekleşir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder